İlahiyat Akademisi
15 Mayıs 2015 Cuma
Kutsal Emanetler
Kutsal Emanetler (Emaneti Mübareke), Muhammed'e, dostlarına ve bazı peygamberlere ait olup İslam dininde kutsal sayılan eşyalardır. Yavuz Sultan Selim'in 1517'de Mısır'ı fethinden sonra İstanbul'a getirilmiş, bir bölümü de İslam ülkelerinden derlenmiştir. Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi'nde korunmakta ve sergilenmektedir.
Hırka-i Şerif |
Hırka-i Saadet'in saklı olduğu sandık |
Nal-ı Saadet |
Sakal-ı Şerif |
Peygamber Efendimizin Yol Gösterici Hadislerinden
1. Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.
2. Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.
3. Bağışını geri alan kimsenin durumu şu köpeğin durumu gibidir: Yalını yer, iyice doyunca kusar. Sonra kusmuğuna tekrar dönüp onu yer.
4. Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşı sebebiyle ikramda bulunursa, Allah yaşlılığında ona ikram edecek kimseleri mutlaka takdir eder.
5. Bir insan ölünce üç kişi hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-i cariye bırakan, veya istifade edilen bir ilim bırakan veya kendine dua edecek salih evlat bırakan.
6. Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.
7. Biriniz kardeşini Allah için seviyorsa ona sevdiğini söylesin.
8. Bizi aldatan bizden değildir.
9. Cennet anaların ayağı altındadır.
10. Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle geçiren kimse gibidir.
2. Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.
3. Bağışını geri alan kimsenin durumu şu köpeğin durumu gibidir: Yalını yer, iyice doyunca kusar. Sonra kusmuğuna tekrar dönüp onu yer.
4. Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşı sebebiyle ikramda bulunursa, Allah yaşlılığında ona ikram edecek kimseleri mutlaka takdir eder.
5. Bir insan ölünce üç kişi hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-i cariye bırakan, veya istifade edilen bir ilim bırakan veya kendine dua edecek salih evlat bırakan.
6. Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.
7. Biriniz kardeşini Allah için seviyorsa ona sevdiğini söylesin.
8. Bizi aldatan bizden değildir.
9. Cennet anaların ayağı altındadır.
10. Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle geçiren kimse gibidir.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)
Muhammed bin Abdullah (Arapça: مُحَمَّدْ إبِنْ عَبْدُ الله, d. 571, Mekke - ö. 8 Haziran 632, Medine), İslam'da son peygamber kabul edilen toplumsal, dini, siyasi, askeri önderdir. Mekke'den başlayarak Arap Yarımadası'nı, İslam hakimiyetinde tek bir yönetim altında birleştirmiştir. Müslümanlar tarafından Allah'ın peygamberi ve resulü olduğuna inanılır. Müslümanlar, Muhammed'in insanlık için Allah tarafından gönderilen peygamberlerin sonuncusu olduğuna inanır. Müslüman olmayanlar ise, Muhammed'i İslam'ın kurucusu olarak sayarlar. Müslümanlar tarafından, Muhammed'in Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerin tahrifedilmiş tek tanrılı dinlerini onardığına ve tamamladığına inanılır.
İslam dinine göre, Muhammed'in ölümüne kadar Allah tarafından vahyedilen ayetler Kuran'ı oluşturdu. Kuran'ın yanı sıra,Muhammed'in hayatının ve gelenekleşmiş uygulamalarının şeriatın kaynakları olduğu kabul edilir. Bazı Müslümanlar Muhammed'den bahsedilirken ona saygı göstermek amacıyla isminden sonra "Allah'ın salat ve selamı onun üzerine olsun." anlamına gelen salavat(s.a.v) söyler.
Babası Abdullah bin Abdulmuttalib, annesi Hazrec kabilesinden Nennaceler'den Vehb bin Abdulmenaf'ın kızı Amine 'dir. Muhammed daha doğmadan babası vefat etti. Yetiştirilmesini dedesi Abdülmuttalib üzerine aldı ve torununa "Muhammed" adını verdi. Muhammed o sıralarda Mekke'de bulunan Beni Sa’d kabilesinden Halime adlı bir kadına emanet edildi. Muhammed’i, ondan önce amcası Abduluzza’nın cariyesi Süveybe emzirdi. Muhammed, dört yaşına kadar annesi Amine’nin de gözetimiyle sütannesi Halime'nin yanında kaldı, daha sonra Mekke’ye, annesinin yanına döndü. Dört yaşından altı yaşına kadar, öz annesi Âmine ile birlikte kaldı, onun şefkat ve özeni ile yetişip büyüdü. Muhammed altı yaşında iken, annesi Âmine ve bakıcısı Ümm-ü Eymen’le birlikte babasının kabrini görmek için Medine’ye gitti. Medine’de, akrabaları Neccâroğullarında bir ay kaldıktan sonra Mekke’ye dönüş yolundaki Ebva’ya ulaştıklarında annesi vefat etti ve orada defnedildi. Cariyeleri Ümmü Eymen, Muhammed'i Mekke’ye getirip dedesi Abdulmuttalib’e teslim etti. Altı yaşından sekiz yaşına kadar, O'na dedesi Abdülmuttalib baktı. Abdülmuttalib yaş itibariyle seksen yaşını aşmış bir ihtiyardı. Muhammed sekiz yaşında iken, dedesi de öldü. Dedesi ölmeden önce, onu yetiştirilmesi için, oğlu Ebû Tâlib'e bıraktı. Ebû Tâlib, Abdülmuttalib'in on oğlundan biriydi.
Muhammed gençliğinde çevresinden gelen paganist görüş ve uygulamalarla ilgilenmedi. Kendisi, aynı dönemde herhangi bir puta tapmamakla birlikte, başkalarının tapınmalarına da açıkça karşı çıkmadı. Kur'an'daki “...oysa önce, kitap nedir, iman nedir sen bilmezdin” (Şura Suresi: 52) ve “Allah, seni şaşırmış bulup hidayete erdirmedi mi” (Duha Suresi: 7) ifadelerinin kendisinin İslam öncesi durumunu anlattığına inanılmaktadır.Rivayetlere göre Muhammed dokuz yaşındayken amcası, ticaret yapmak için gittiği Suriye’ye onu da götürmüş, bu gezide Busra kasabasındaBahira isminde Hıristiyan bir rahib onun peygamber olacağını haber vermiştir. Muhammed on yedi yaşındayken de amcası Zübeyr bin Abdülmuttalib ile Yemen’e gitti. Bu gezilerin Muhammed'in bilgi, görgü ve zihinsel alt yapısının oluşumunda etkin rol oynadığına inanılmaktadır. Ayrıca gençliğinde amcaları ile birlikte Kureyş ve Kays kabileleri arasındaki Ficar Savaşı’na katıldı. Ticarete olan ilgisi daha sonra kendisi ile evlendiği Hatice ile tanışmasına neden oldu ve onun sermayesi ile ticarete başladı.
Peygamberliği
İslam inancına göre Kur'an Allah tarafından Cebrail isimli melek aracılığıyla Muhammed bin Abdullah'a peygamberliği boyunca (23 yıl) ayetler halinde indirilen kutsal kitaptır. İslamda inanç, ibadet, şeriat, ahlak, tasavvuf gibi uygulamaların dayandırıldığı ana kaynak Kurandır.
Muhammed'e isnad edilen söz, fiil ve davranışlara hadis, bunlardan gelenekselleşen uygulamalara sünnet denir. Şiiler Muhammed'in sözleri yanında masum kabul edilen imamların sözlerini de hadis kabul etmektedirler. Sünnilerin tüm sahabeyi güvenilir bulmalarına karşılık Şiilerde, sahabe ve tabiin tek tek ele alınır ve tarihsel süreçte Ali veya Ehli-beyt tarafında yer almayan veya karşıtları arasında yer alanlar güvenilmez bulunarak onlardan gelen rivayetler reddedilir. Sünni hadis kitapları Muhammed'in zamanından 200-300, şii hadis kitapları 400-500 yıl sonra yazılmışlardır. Hadisler, Kuran'dan sonra İslam'da ikincil kaynaktır.
İlk vahiy
Siyer rivayetlerine göre Muhammed 40 yaşına yaklaştığında toplumdan uzaklaşarak Mekke’nin kuzeyinde, Nur Dağı'ndaki Hira mağarasında inzivaya çekilmeyi ve burada vakit geçirmeyi adet edinmiş, bu durum 1-2 yıl devam etmiştir. 610 yılında bir Ramazan gecesi (Kadir gecesi) hırkasına bürünüp Hira Mağarasında tefekküre daldığı bir sırada ilk vahyi almıştır. Muhammed'in 610 yılından başlayarak, vefat ettiği yıl olan 632'ye kadar aldığı vahiyler Kur'an'ı oluşturur. İlk vahiy şu şekilde anlatılır:
Muhammed, mağarada bir sesin kendisini ismi ile çağırmakta olduğunu duymuş, başını kaldırıp etrafına baktığında etrafında taş ve ağaçlardan başka bir şey görememiştir. Bu sırada çevreyi bir aydınlık kaplamış, Muhammed bayılmış, kendisine geldiğinde de karşısındamelek Cebrail'i görmüştür. Aralarında geçen konuşmalar şöyledir;
Cebrail: "Oku"! Muhammed: "Ben okuma bilmem". Cebrail, Muhammed'i kucaklayıp güçsüz bırakıncaya kadar sıkar ve "Oku" emrini tekrarlar. Muhammed: "Ben okuma bilmem, söyle ne okuyayım" diye cevaplar. Bunun üzerine Cebrail," Yaratan Rabb'inin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabb'in sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediği şeyleri öğretendir." (Alak 1-5) ayetlerini okur. Muhammed de bu ayetleri tekrarlar ve heyecan ve korku ile mağaradan çıkarak evine doğru gider.
Yolda giderken gökyüzünden bir sesin: "Ey Muhammed! Sen Allah'ın elçisisin, Ben de Cebrail'im" dediğini duyar, başını kaldırdığı zaman, Cebrail'i görür. Eşi Hatice'ye: "Beni örtün, çabuk beni örtün" der. Bir müddet dinlenip heyecanı geçtikten sonra yaşadıklarını eşi Hatice'ye " Korkuyorum ey Hatice! Bana bir zararın gelmesinden korkuyorum", der. Hatice "Öyle deme. Allah'a yemin ederim ki, Yüce Allah, hiçbir zaman seni utandırmaz. Çünkü sen, akrabanı gözetirsin. İşini görmekten aciz kimselerin işlerini yüklenirsin, fakire yardım eder, misafiri ağırlarsın" şeklinde karşılık verir.
Hatice daha sonra bu durumu Muahammed'i Bir Nasturi rahibi olan kuzeni Varaka bin Nevfel'e götürür. Varaka Tevrat ve İncil'i okumuş, İbrani dilini ve eski dinleri bilen bir ihtiyardı. Varaka Muhammed'i dinledikten sonra: "Müjde sana Ey Muhammed, Allah'a yemin ederim ki senİsa'nın haber verdiği son Peygambersin. Gördüğün melek, senden önce Yüce Allah'ın Musa ve İsa'ya göndermiş olduğu Ruhu'l-Kudüs'tür. Keşke genç olsaydım da, kavmin seni yurdundan çıkaracağı günlerde sana yardımcı olabilseydim... Hiç bir Peygamber yoktur ki, kavmi tarafından düşmanlığa uğramasın, eziyet görmesin" der. Bu olayın ardından vahiy 40 gün süreyle kesintiye uğramıştır.
Bu konudaki bir başka rivayete göre Varaka’nın, “Korkarım ki ona gelen, Cebrail’den başkasıdır. Çünkü bazı şeytanlar, bir kısım insanı saptırmak için Cebrail suretine girip ona benzerler. Amaçları akıl sahibi kişileri, deli ve mecnûn etmektir.” diye görüş bildirdiği ve bunun üzerine; “Nûn, kaleme ve yazdıklarına andolsun, Sen Rabbinin nimeti sayesinde mecnun değilsin. Kuşkusuz senin için tükenmez bir ecir var. Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin. Sen de göreceksin, onlar da görecek. Hanginizde imiş o fitne ve cinnet. Doğrusu Rabbin, yolundan sapanı en iyi bilendir. Hidayete ereni de en iyi bilen O'dur.” (Kalem 1-7) ayetlerinin indirildiği kaydedilir.
İslam'a çağrı; ilk Müslümanlar ve tepkiler
Muhammed, Mekkeli paganların yanı sıra, Yahudi ve Hristiyanları da dinlerinin aslının bozulduğu iddiaları ile İslam'a davet etmiştir.
Sünnilere göre Muhammed’in çağrısına ilk uyan, eşi Hatice olmuş, Onu amcası Talip’in oğlu Ali, azatlı kölelerden Zeyd bin Harise ve Ebu Bekir izlemiştir. Şia'ya göre ise ilk Müslüman amcasının oğlu Ali bin Ebu Talib'dir.
Muhammed’in çağrısı, kendi mevkilerinin tehlikeye girebileceğini düşünen kişileri tedirgin eder. Kâbe’den putların kaldırılması, ticaretin engelleneceği ve birtakım alışkanlıklara son verileceği düşüncesiyle büyük tepki ile karşılanır. Bu dönemde İslam dinini kabul edenlerin büyük birçoğunluğu dinlerini gizlemek zorunda kaldılar. Bir süre sonra Muhammed önce akrabalarını, ardından Safâ tepesi ne çıkarak tüm Mekke halkını açıktan açığa Müslüman olmaya çağırır. Bu sebeple İlk müslümanlar vahyi şüphe ile karşılayan Mekkelilerce ağır hakaret ve işkencelere katlanmak zorunda kalmışlardır.
Bu işkenceler artınca bazı inananlar Habeşistan’a göç etmek zorunda kaldı. İki dalga hâlinde göç edenler, bir süre sonra Muhammed’in Mekkelilerin Müslüman oldukları ve Muhammedle anlaştıkları (Garanik) yolunda aldıkları bir haber üzerine geri döndülerse de Mekke’ye geldiklerinde bunun doğru olmadığını öğrenince yeniden gittiler. Bu arada iki güçlü ve önemli mevki sahibi kişi olan Ömer ve Hamza’nın müslümanlığı kabul etmeleri Müslümanların moral ve cesaretlerini artırdı; Kâbe’de açıkça namaz kıldılar. Muhammed’in, amcası Abdül Uzza dışındaki akrabalarından yardım görmesi ve Mekke önde gelenlerinden bazılarının Müslüman olmaları, paganist inanca sahip kişilerin tepkilerini daha da artırdı. Muhammed, eşi Hatice ve amcası Ebu Talib’in ölmeleri üzerine Mekkeliler’in müslüman olmaları konusunda ümitsizliğe kapılarak Taif’e yerleşmek istedi. Ancak burada tepki daha da büyük oldu ve Muhammed geri dönmek zorunda kaldı. Tüm bu olaylara karşın, peygamberliğine olan inancı, düşüncelerini sürekli yaymasını sağladı. Bu inancından cesaret alarak din alanındaki çalışmalarını Mekke dışına taşımaya yöneldi.
İsra ve miraç
Geleneksel İslam anlayışına göre Muhammed Mekkeliler ile sadece teorik din tartışmaları yapmamış, onlara kendisinin peygamber olduğunu kanıtlayan mucizeler de göstermiştir. Bunlardan birisi olan miraç mucizesine göre; "Bir gece, Muhammed, Cebrail eşliğinde, Mescid-i Aksa’ya gider. Orada, İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerden bazılarıyla görüştükten sonra göğün en son katı olan Sidret'ül münteha’ya yükselir. Allah ile görüşür, Cennet ve Cehennemi görür ve Mekke'de bulunan evine döner. Sünni inancına göre bu yolculuk esnasında, diğer bazı hükümler yanında beş vakit namaz da farz kılınmıştır. Yine Sünni inancında Muhammed bu yolculuğu hem ruh hem beden ile Şii inancında ise sadece ruh ile yapmıştır."
Rivayete göre Muhammed Mekke’ye dönünce, bu yolculuğunu anlatır. Kureyş'liler, onu yalanlarlar ve doğruysa Mescid-i Aksa'yı kendilerine tarif etmesini isterler. Mescid-i Aksa' Muhammed'in gözü önüne getirilir ve Muhammed bu mescidin kapı, pencere vb bölümlerini ayrıntılarıyla anlatır. Hatta Kureyşlilere, Mi'raca çıkarken yolda gördüğü bir Kureyş ticaret kervanının ertesi gün geleceği saati söyler ve kervan söylenen saatte gelir. Mitolojik anlatımlara göre ise kervanın dönüşü 1 saat gecikmiş, ama bu gecikmeyi telafi etmek için Allah güneşin doğuş saatini 1 saat geciktirerek peygamberin sözünün yalan çıkmamasını sağlamıştır.
Miraçla ilgili olarak Kur'anda sadece "Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren Yücedir" (İsra 1) ayeti geçer. Miraçla ilgili anlatımlardan olan Burak, göğe yükselme, beş vakit namazın farz kılınması ve diğer anlatımlar hadis ve siyer kitaplarında yer alır.
Akabe biatları
Muhammed, bir Hac mevsiminde Akabe’de denilen tepelerde Yesrib (Medine)liler ile görüştü. Medinelilerden, önce altı, sonra on iki kişi müslüman oldu. Memleketlerine döndüler ve İslam’ı anlatmaya başladılar. Ertesi yıl aynı yerde Müslüman olmuş yetmiş üç erkek ve iki kadın Muhammed'eMedine’ye gelip bu kente yerleşirse kendisini koruyacaklarına söz verdiler. Bu anlaşma üzerine Müslümanlar büyüklü küçüklü topluluklar halinde Medine’ye göç etmeye başladılar. Medine’nin, Mekke'nin kuzey ticaret yolu üzerinde bulunması ve burada müslümanların giderek çoğalması, Mekkeliler’in çıkarlarını tehdit eder duruma ulaştı.
Medine'ye göç
Görüşmelerde yerleşik düzeni tehdit eden islamın hızla büyüdüğü ve Muhammed’in bu çalışmalarını durdurmak gerektiği merkezinde birleşildi. Mekke’nin ileri gelenleri bu kararı alınca, nasıl hareket edecekleri ve hangi yöntemleri uygulayacakları konusunda görüşmeye başladılar. İlk önce şu görüş ortaya atıldı: “Muhammed’i prangaya vurup hapsedelim!” Bu kabul edilmeyince: “Onu memleketimizden sürgün edelim; ne hâli varsa görsün!” denildi. Bu görüş de kabul edilmeyince, İslam'ı sevmeyen ve onu çok tehlikeli bulan Amr bin Hişam: “Benim görüşüme göre, onu öldürmekten başka çaremiz yoktur. Bunun için de, her kabileden birer genç seçelim. Her birine de birer keskin kılıç verelim. Bunların hepsi birden, kararlaştırdığımız yer ve zamanda Muhammed’i pusuya düşürerek öldürsünler; biz de ondan kurtulalım! Böyle olursa, onun kan davası bütün kabilelere düşeceğinden ve ailesi olan Benu Abdi Menaf, herkese savaş açamayacağından, diyete razı olurlar, biz de diyetlerini veririz!” dedi. Bu görüş kabul edildi.
Rivayet'e göre suikastçılar, gece Muhammed’in evini sararak, onu öldürmek için uyumasını beklediler. İnanca göre Allah, onları Peygamber’e bildirir ve Ali, Muhammed'in yerine avluda onun yatağına yatar. Suikastçılar yorganı açıp yatakta Ali´yi görünce şaşırır ve durumu üslerine anlatmak üzere giderler. Muhammed, evden çıkarak Ebu Bekir’in evine gitmiş ve hicret için geldiğini söylemiş, Ebu Bekir’in evinde bir süre oturduktan sonra beraberce, Medine´ye hareket etmişlerdir.
Muhammed’in hicret ettiğini öğrenen Mekkeliler, onları bulup getirene yüz deve vaat ederler. Amr ibni Hişam ve yanındakiler arama için Ebu Bekir’in evine gelir ve Ebu Bekir’in kızı Esma, onlara nerede oldukları konusunda bir şey söylemez, bunun üzerine Amr, Esma’ya şiddetli bir tokat atar.
Muhammed Mekkelilerin kendisinin muhtemelen Medineye gideceğini düşüneceklerini düşündüğü için Medine yoluna değil, tersi istikamette, Mekke’nin güneybatısına düşen Sevr dağına doğru hareket eder ve burada bulunan mağarada Ebu Bekir ile birlikte üç gün bekler.
Mekkeliler, her tarafta Muhammed’i aramaya başlarlar. Becerikli bir iz sürücüsü, Mekkelileri Sevr mağarasına kadar getirir. Ancak inanca göre bu sırada bir mucize olmuş, bir örümcek mağaranın ağzına ağ örmüş ve bir güvercinde yuvasını mağara girişine kurmuştur. Arayıcılar mağaranın yanına gelince, Ebu Bekir endişelenir, Muhammed, “Tasalanma, Allah bizimle beraberdir” der. Mekkeliler mağara girişindeki örümcek ağını ve güvercin yuvasını görünce içeride kimse olamayacağını düşünerek geri dönerler.
Muhammed ve Ebu Bekir 20 Eylül 622’de, Medine yakınlarındaki Kuba’ya ulaştılar. Muhammed şevinçle karşılanır ve Külsüm bin Hedm’e konuk olur. Burada 10 gün kalarak birmescit inşa ettirir, sonra da Medine’ye hareket eder. Bu sırada Ali de Kuba’ya ulaşır.
Muhammed Medine’de, Beni Salim mahallesinde Cuma Namazı'nı kıldı ve kendisini bekleyen müslümanlara ilk hutbesini verdi. Medine’de Ebu Eyyub el-Ensari’nin konuğu oldu. Medine´ye girdiğinde halk Peygamberlerinin kendi evlerinde kalması konusunda tartışınca Muhammed; devesinin ilk çökeceği yere evinin yapılması önerisini sundu ve halk tarafından bu kabul edildi. Devesinin ilk çöktüğü yere bir Mescid ve kendi ailesinin kalması için mescide bitişik odalar yaptılar. Mescidin bir yanına da barınaksız kişilerin kalabilmeleri için “Suffa” adı verilen bir yer yapıldı, burada kalanlara “Ashab-ı suffa” denildi.
Medine hayatı
Medine (asıl adı Yesrib olan şehre Müslümanlarca Medinetü'n Nebi, sonra da kısaca Medine adı verildi) halkı, Mekke’den göç edenlerden (Muhacir) ve bunlara yardımcı olduklarından dolayı Ensar adını alan yerli halk (Yemen kökenli Evs ve Hazrec kabileleri ile Beni Kureyza, Beni Kaynuka, Beni Nadir adlı Yahudi kabilelerden oluşuyordu. Bunlar arasında birlik sağlamak oldukça güçtü. Medine sınırları yakınlarında Hayber vb. yerlerde yaşayan Yahudiler, varlıklı kişiler olduklarından, çevre üzerinde etkiliydiler. Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki geleneksel düşmanlığın yeniden alevlenme olasılığı da vardı. Ayrıca Ensar ile Muhacirleri kaynaştırmak, çözülmesi gereken bir sorundu. Muhammed, bütün bu kesimleri birleştirip bağdaştırmak amacındaydı. Ancak her şeyden önce çok yoksul olan göçmenlerin durumlarının düzeltilmesi gerekiyordu. Muhammed Muhacirleri yerli halk ile kardeş ilan ederek, onlara yardım etmelerini sağladı. Yahudiler ile açılan aralarını düzelterek Medine kent devletini kurdu. Farklı kesimlerin hak ve yükümlülüklerini saptayan 47 maddelik bir tür Medine Antlaşması benimsendi.
Veda Hutbesi
632 yılının Mart ayında (9 Zilhicce) arefe günü 100.000 den fazla Müslüman'a Arafat vadisindeki Rahmet Dağı'nda verdiği son hitabesine veda hutbesi denir.
Veda Haccı'ndan sonra Medine'ye dönen Muhammed kısa bir süre sonra hastalandı. Son anlarında Aişe ve kızları yanındaydı. Rivayete göre Muhammed, vefatı öncesinde hastalığının en şiddetli anlarında kâğıt-kalem getirilmesini istedi. Müslümanların yollarını şaşırmamaları için bir yazı yazdıracağını söyledi. Ancak daha sonra bundan vazgeçti.
Ölmeden bir süre önce müslümanlara seslenerek hutbeyi okudu.
Oradakiler söyle dediler: "Allah'ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz!" Bunun üzerine Muhammed El-Emin şahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve söyle buyurdu: "Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! " Son tavsiyesi "Ellerinizdeki kölelerinize iyi davranınız, namaza dikkat ve devam ediniz!" şeklinde oldu. Başı Aişe'nin göğsüne dayalı şekilde kelime-i şehadet getirdi. Ağzından dökülen son cümle "Allahümme er-refikül ala..." (Türkçe "En yüce dosta" olarak çevrilebilir. şeklindeydi. Bu şekilde 8 Haziran 632 yılı pazartesi günü vefat etti.
Vefat haberini duyan ashab hemen evine geldi. Ömer onun öldüğünü kabullenemiyordu. Ebubekir "Şayet Muhammed'e tapıyor idiyseniz, bilin ki Muhammed öldü. Yok, şayet Allah'a tapıyorsanız, bilin ki Allah bâkidir." diyerek insanları yatıştırdı. Daha sonra şu ayeti okudu:Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır. (Al-i İmran Suresi: 144)Muhammed vefatından sonra geride genç yaşta 9 adet dul kadın bırakmış, bu kadınlarla hayatlarının sonuna kadar diğer erkekler evlenmemişlerdir. Kur'an'da Muhammed'in eşleri müminlerin anneleri sayıldığı için, Muhammed'in vafatı sonrasında onlarla müminlerin evlenmesi caiz görülmemiştir. "Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir. O'nun hanımları da onların analarıdır. ...". (Ahzab Suresi: 6)
Peygamber Mescid-i Nebi'nin yanında mezarına defnedildi.
Muhammed'in vefatı sonrasında İslamdan kabileler halinde kitlesel geri dönüşler yaşandı. Muhammed'in yerine Halife seçilen Ebubekir ordusuyla bu kabilelerin üzerine yürüdü ve onlarla ridde savaşları adı verilen savaşlar yaptı.
Muhammed'in vefatı ile ilgili suikast de yapıldığına dair öne sürülen iddialara kanıt olarak Buhari'de geçen Ledüd Hadisi üzerinde durulur. Muhammed vefat ettiğinde geride 9 adet dul kadın ve önemli miktarda arazi ve mal varlığı bıraktı. Bunların en meşhuru tartışmaların da odağında olan Fedek Arazisi'dir. Muhammed'in ölümü sonrası Fatıma bu arazileri Halife Ebubekir'den istedi. Ebu Bekir bu mal ve arazilerin peygamber tarafından halkın yararına idare edilen devlete ait kamu malları olduğu gerekçesiyle bu isteği geri çevirmiştir. Eşi Fatıma'nın ölümünden sonra Ali, Fatıma'nın peygamberin mirasından payını almak için tekrar başvurdu ancak başvurusu aynı nedenlerle bir kez daha reddedildi. Bununla birlikte Ebu Bekir'den halifeliği devralan Ömer bin Hattab, Medine'deki arazileri Muhammed'in kabilesi Haşimoğulları adına Ali ve Abbâs'a verdi; Hayber ve Fedek Arazisi'ni ise devlet malı saydı. Şii kaynaklarına göre bu durum, Muhammed'in soyundan olanlara (Ehli Beyt), baskıcı halifeler tarafından yapılan haksızlıkların bir başka örneğidir.
İlahiyatın Tanımı
İlâhiyat; Tanrı ya da tin gibi bir ilâh veya doğaüstü bir güç tarafından gönderilen ve bu nedenle de mukaddes addedilen şeylerin durumu.
İngilizce Divine kelimesinin kökeni harfiyen "tanrısal" olup, Latince'de kökeni Vedik Panteonu'nun ismi gökyüzü babası anlamındaki Gök Tanrısı Dyaus Pitra'dan gelen "Deus", Yunanca'daki Zeus, Farsça'daki Daeva ve Sanskritçe'deki Deva ile yakından alâkalıdır. Kullanımı hangi Deity sözkonusu ise ona göre değişmektedir. Bunların Türkçe'deki karşılığı olan İlâhiyat kelimesi de benzer şekilde İlâh'tan türetilmiştir.İlâhi şeyler gerçeklere dayalı ve ebedî olarak kabul edilirken, maddî şeyler ise yanılsamalara dayalı ve fani şeyler olarak sayılmışlardır. İlâhi olarak sınıflandırılabilecek olan şeyler arasında acayip bir cismin aniden görünmesi, göze görünen hayaller, kâhinlik, mucizeler, ve bazı görüşlere göre ruh, veya ilâhi erdemlilik, gühahlardan kurtuluş, selamet, ebedî ölümsüzlük, mahşerde yeniden diriliş ve benzerleri gibi daha genel şeyleri saymak mümkündür. Bunların dışında ise nelerin ilâhi sayılıp sayılamayacağı farklı inanç dizgeleri tarafından kendilerine özgü şekillerde tanımlanabilmektedir.
İngilizce Divine kelimesinin kökeni harfiyen "tanrısal" olup, Latince'de kökeni Vedik Panteonu'nun ismi gökyüzü babası anlamındaki Gök Tanrısı Dyaus Pitra'dan gelen "Deus", Yunanca'daki Zeus, Farsça'daki Daeva ve Sanskritçe'deki Deva ile yakından alâkalıdır. Kullanımı hangi Deity sözkonusu ise ona göre değişmektedir. Bunların Türkçe'deki karşılığı olan İlâhiyat kelimesi de benzer şekilde İlâh'tan türetilmiştir.İlâhi şeyler gerçeklere dayalı ve ebedî olarak kabul edilirken, maddî şeyler ise yanılsamalara dayalı ve fani şeyler olarak sayılmışlardır. İlâhi olarak sınıflandırılabilecek olan şeyler arasında acayip bir cismin aniden görünmesi, göze görünen hayaller, kâhinlik, mucizeler, ve bazı görüşlere göre ruh, veya ilâhi erdemlilik, gühahlardan kurtuluş, selamet, ebedî ölümsüzlük, mahşerde yeniden diriliş ve benzerleri gibi daha genel şeyleri saymak mümkündür. Bunların dışında ise nelerin ilâhi sayılıp sayılamayacağı farklı inanç dizgeleri tarafından kendilerine özgü şekillerde tanımlanabilmektedir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)